Görünen o ki bir millet adapları, sünnetleri ve farzları ihmal ede ede sadece dinî duyarlılığını, kulluktaki yerini kaybetmekle kalmıyor, aynı zamanda firâsetini* de kaybediyor. Zira firâset müminlere özgü bir niteliktir ve kulluktaki kalite ile doğru orantılıdır. Efendimizin “Müminin firâsetinden çekinin, çünkü o Allah’ın nuruyla bakar” (Tirmizî, 3127) cümlesi hemen herkesçe bilinen bir hadistir. Bunun anlamı, tabiri caizse mümine kül yutturamazsınız demektir. Mümin, satrançtaki ilk hamleye takılıp kalmaz. Eskilerin deyimi ile “Hasırın altından Mısırı seyreder". Cambaza değil, oynatana bakar. Kralın çıplak olduğunu ilk o fark eder. Okun gittiği yere değil, atıldığı yere bakar ki, ikinci oku kendi kafasına yemesin.
Olması gereken bu iken, son bir iki yüzyılda dini duyarlılık hususunda kaybettiğimiz irtifa, firâsetimizi de kaybetmemize vesile oldu. Maalesef dünyanın kolay kandırılan milletlerinden birisi haline geldik. Son yüzyıldır birçok kez yapay kahramanlarla bizi kolayca kandırdılar ve görünen o ki, kandırmaya da devam ediyorlar. Bir toplumda kahraman kolayca sivrilebiliyorsa, halk hemen umudunu ona bağlayıp tanrısal bir kudreti tek bir şahıstan bekliyorsa bu toplum kolayca manipüle edilebiliyor demektir.
Ne gariptir ki, ülkemizde medyaya düşen bir haber, hemen herkeste aynı duygu ve düşüncelerin oluşmasını kolayca sağlayabilmekte, dindar ile dinsiz, tahsilli ile tahsilsiz, sözüm ona bilenle bilmeyen aynı perspektiften olayı yorumlamaktadır. Dünyayı sürekli kurcalayan güçlerin dediği gibi, para ve medya elinizde ise ülkeyi aslında siz yönetiyorsunuz demektir. Bu bizim ülkemiz için de geçerlidir, sadece medya takiyye yapmayı öğrenmiştir.
Bir dostum bana, geçen yüzyılın başında kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin, İngiltere'nin Ortadoğu’daki en başarılı projesi olduğunu söylediğinde kafamdaki bazı soruların cevabı netlik kazanmıştı. Demek ki bu milletin yazısını değiştirenler gerçekten hafızasına da operasyon çekmişlerdi. Önce yazısı, sonra eğitimi ve tarihi değiştirilmiş millet gerçekten artık yakın geçmişi bile aklında tutamıyordu. Öyle ya geçenlerde ülkemizde ve çevre ülkelerde popüler olan bir dizinin önemli karakterlerinden birisi 16. Ölüm yıldönümü münasebetiyle anılmıştı. Üstelik kendisi hayattaydı, sadece dizide ölmüştü. Şaka gibi ama maalesef gerçek. Zaten dünyada bizim halkımız gibi filmlerdeki karakterlerle kavga eden, hayran olan, aşık olan başka bir millet pek yok sanırım.
Mustafa Kemal Paşa kendince haklı gerekçelerle astırdığı insanlar hakkında İsmet Paşa’ya bir gün “Paşa! Bu millet astığımız bu adamları neden astığımızı bir gün gelir unutur da sırf asıldıkları için kahraman ilan ederler” demişti. Bir adam 70 yıl Marksist ideolojinin en hararetli savunucusu olsa da sonra bir gün mütedeyyin insanların arasına dalıp “Selamun Aleyküm” dese, hepsi onu bağrına basıp “Aleyküm Selam Hacı Abi” derler. Tıpkı ikide bir Putin’in Müslüman olacağına inandıkları gibi.
Bu milleti merhumenin geçmiş dönemlerdeki siyasi aktörlerin ne akla hayale gelmez vaatlerine kandıklarını yaşı müsait olanları hatırlayacaktır. “Yaktın bizi Karaoğlan, kurtar bizi Keloğlan” feryatlarına, “Kalbinde iman, elinde Kur’ân, geliyor muhteşem Süleyman” sloganlarıyla karşılık vererek iktidar koltuğuna defalarca oturan parti başkanının, ülkedeki en büyük mason locasını ikiye bölecek kadar güçlü bir misyona sahip olduğu kimsenin dikkatini çekmiyordu. Onlar sadece kendilerine verilecek iki anahtarı alacaklarını sanıyordu. “Düşün peşime” demesi yetiyor, milleti kolayca ve defalarca peşinden sürükleyebiliyordu. Anahtarları ise başkalarına veriyor, sorulunca da “Verdimse ben verdim, Çankaya köşkünü isteseydi onu da verirdim” diyebiliyordu. Halk biraz gözünü açacak gibi olunca ona şapkasını giydirip, loca arkadaşını halkın umudu haline getiriyorlar ve seçimi kazanması için “Apo”yu kolayca paketleyip teslim edebiliyorlardı. Apo teslim alınınca PKK bitti zannedenler, medyanın Kıbrıs kahramanını bir kez daha iktidara taşıyorlardı. Bu PKK işinde çok ekmek vardı ve bu kapı kullanılarak yeni kahramanlar ülkenin başına getirilebilirdi. Önemli olan PKK’nın bitmesi değil, halkın öyle zannetmesiydi.
Yukarıda dediğim gibi, geçen yüzyılın Ortadoğu’daki en güçlü ülkesi olan ve Türkiye’den asla vazgeçmeyen İngiltere, kitlesel hipnozun sektörünü kurmuştur ve algı operasyonlarını büyük bir maharetle yürütebilmektedir. Aç bir toplumu tok olduklarına, fakir bir toplumu zengin olduklarına, sağlıklı bir toplumu hasta olduklarına inandırabilmektedirler. Bu iş artık o kadar yaygın hale gelmiştir ki, küresel çaptaki şirketler de bunu kolaylıkla yapabilmektedir. Bizim gibi “hep bir kahraman beklentisinde olan” ülkelerde, bir kitlesel hareket tertip edip istediği adamı bir gecede kahramanlaştırıp bakanlık koltuğuna oturtabilmekte, daha çaplı bir mizansenle başkan adayı haline getirebilmektedir.
Abdülhamid’in Ruhaniyetinden İstimdad eden Filozof Rıza Tevfik, Koca Sultan’a: “Âhiretten bile himmet eylersin” der. Abdülhamid âhiretten doğru bu işi yapabilir mi bilmiyorum ama Demirel yapmaya çalışıyor gibi bir hava var memlekette.
Dert SÖYLETİR