Siz Allah’a savaş ilan ettiniz, bu savaşı kazanamazsınız.
Kim ne derse desin dünyadaki bütün savaşlar, bütün anlaşmazlıklar, bütün kavgalar Allah tarafından yeryüzünün halifesi seçilen insanla, onun halifeliğini reddeden şeytan arasında geçer. Zahirî sebepler iyi irdelendiğinde haset, bencillik, bağnazlık, kibir, ilahi takdire isyan, verilene razı olmama vb. dürtülerin son tahlilde şeytanın fesat çıkarmada kullandığı etkin silahları olduğu görülür.
Şeytan bütün hesabını son güne göre yapar ve hep şunları ispat etmeye çalışır: Ya Rabbi Sen yanlış tercihte bulundun. Aslı çamur olan bu “aşağılıkları” değil beni halife seçmeliydin. Bak gördün mü çoğu Seni dinlemedi, hiçbir zaman yeryüzünün halifesi gibi davranmayı beceremedi. Onlara bir Sen emrettin bir de ben. Sen “örtünün” dedin, ben “açılın” dedim. Kimi dinlediler? Sen camiye çağırdın ben eğlenceye çağırdım. Seni kaç kişi dinledi, beni kaç kişi? Sen halifelerinin yeryüzünde kan dökmemesini istedin, ben hepsini birbirine kırdırdım. Sen onların kendine kul olmalarını istedin, ben onları kendime köle yapmak istedim. Şimdi sana kulluk edenler mi bana kölelik edenler mi fazla? İşte işin özeti budur, başı da buydu, sonu da bu olacaktır. Sureta kavga insanla gibi görünse de sinsi şeytan kibrine yenik düşmüş ve aslında Allah’a savaş ilan etmiştir.
Bu savaş Hz. Âdem ve Havva’nın cennete konulmasıyla başlamış ve çok uzun sürmeden şeytan Âdem’i cennetten etmiştir. Dünyaya gelince de evlattan etmiştir. İnsanları sürekli olarak kurduğu tuzaklara düşürmüş, vahye sırtını dönenlere, kendinin gökten düşen bir melek (Lucifer) olduğuna inandırmış, sahte ilahların varlığını kabul ettirmiş, avanelerini mümin ve muvahhid olan kimselerle savaştırmış, açlıkla korkutmuş, sahte ihtiyaçlar üretmiş, kendi varlığını gizleyerek vesvese ve kuruntuları aklî fonksiyonlar olarak yutturmuş, vahye dayalı bilginin gerçekliğinden şüphe ettirmiş ve zamanın sonuna geldiğimiz şu çağımızda gücünün zirvesine gelmiş, kendisini bölgesel bazda ilah olarak inandırmış, küresel çapta ilahlığını ilanın da son aşamalarına ulaşmıştır.
Dünya devletini kurmadan önce dünya nüfusunun kontrol edilebilir bir sayıya çekilmesini kendi köleleri aracılığıyla planlamış ve son yüz elli yıldır bunun için küresel çapta birçok proje devreye sokulmuştur. Nüfus artışını durdurmak adına öncelikle insanların beslenme yoluyla kısırlaştırılması büyük ölçüde başarıya ulaşmıştır. Bağımlılık yapan içecekler, gdo’lu gıda maddeleri, hazır gıdalar, raf ömrü uzun yiyecekler, dna’sı bozulmuş hayvanlar vs. Bunlara ilaveten insanların sağlıklarını koruma bahanesiyle üretilen aşılarla kısırlaştırma süreci sürdürülmüştür.
Yok etmek istedikleri toplumları ya açlığa ya da savaşa sürüklemişlerdir. Demokrasi getirme, iç barışı sağlama, dış güvenliği sağlama ve benzeri uyduruk gerekçelerle hedefteki ülkelere hem asker hem de terörist sevk etmek suretiyle kitlesel imha süreçleri başlatmışlardır. Yanı başımızdaki Suriye ve Irak’ta terörle mücadele, rejimle mücadele bahaneleriyle kadın ve çocuklara bomba yağdırmışlar, zehirli gazlarla yok etmişlerdir. Terörist var diye bir gün ABD bir gün Rusya gelip okulları, hastaneleri bombalamış, masum halkı soykırıma tabi tutmuşlardır. Bu küresel çetenin sözcülüğünü yapan eski bir bakan verdiği röportajda savaşları kendilerinin çıkardığını fakat belirlenen tarihe kadar dünya nüfusunun istedikleri düzeye inmeyeceğini, çocuk ölümlerinin hala yeterli sayıda olmadığını ifade etmekten çekinmemiştir.
Ülkemiz bu küresel çetenin hedefi olmaya başladığında gıda terörünün yanı sıra çok yoğun bir doğum kontrolü propagandası başlatılmıştır. Doğum kontrolü adına her türlü faaliyet hassasiyetle yürütülmüş ve maalesef özellikle etnik temizlik hedeflenerek, sinsi bir strateji ile en çok Müslüman Türk kadını ikna edilmiştir. Müslüman Türk nüfusu ülke geneline bakıldığında endişe edilecek boyutta azalmıştır ve azalmaya devam etmektedir.
Küresel çetenin canımızı en çok yakan ve yüzbinlerce masumun ahını almamıza vesile olan bir diğer sinsi projesi de halk arasında “İstanbul Sözleşmesi” olarak şöhret bulan 6284 sayılı yasadır. Gerek sözleşme haliyle gerekse yasalaşmış haliyle bu fiili dayatma aslında milli ve manevî değerlerimize savaş ilan etmenin yanı sıra Türk toplumunu alenen kemiren bir kurt halini almıştır.
Gerek Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olsun gerekse siyaseten güçlü kimlikleri bünyesinde barındırmak suretiyle iktidarı kendine kalkan yapan KADEM olsun bu sözleşmenin “kadına şiddeti önlemek” amacını taşıdığını ısrarla dile getirmektedir. Tıpkı ABD’nin ısrarla “Demokrasi” getirmek istediğini dile getirmesi gibi.
Pekiyi kadın derken kimi kastediyorsunuz? Şiddet derken neyi kastediyorsunuz? Özlem Zengin’e göre bir kimsenin doğuştan kadın olmasa bile kendini kadın hissetmesi koruma altına alınması için yeterli görülmektedir. Allah’ın erkek yarattığı bir kimse kendisini kadın olarak tanımlıyorsa bu kadındır ve İstanbul sözleşmesi bunu korur. İşte bu noktada Allah’la savaş başlar ve siz bu savaşı kazanamazsınız. Bu yapılan cinsel sapkınlığı meşrulaştırıp savunmasını yapmaktır. Bu Allah’a harp ilanıdır. Allah Teâla Kur’ân-ı Kerim’de zinayı bir kez yasaklarken bu cinsel sapıklığı on ayrı yerde lanetlemiş ve sayıları sadece otuz küsur olan cinsel sapıklar yüzünden 250.000 nüfuslu Sodom’u ve bir o kadar nüfusa sahip olan Gomore’yi helak etmiştir.
Çıkarttırmış olduğunuz bu yasalarla erkeklere uyguladığınız şiddet arşı titretti. Ahını aldığınız mazlumlar şahı devirecek duruma geldi. Yıktığınız yuvalar, mağdur ettiğiniz erkeklerin, kadınların, çocukların günahını nasıl taşıyacaksınız? Siz Allah’a savaş ilan ettiniz, bu savaşı kazanamazsınız. Şayet biraz sosyoloji, biraz psikoloji bilseydiniz erkeğin mağdur olduğu her yerde uzun vadede kadının da mağdur olacağını anlardınız.
Getirdiğiniz bu uyduruktan koruma kalkanı ile Allah’a harp ilan etmiş olan şeytanın ve avanelerinin değirmenine su taşıyorsunuz. Babayı evden kovduran bir anayı gören erkek evlat sizce evlenir mi? Erkek evlenmeyince kızları kızlarla mı evlendireceksiniz yoksa evlilik dışı ilişkiye mi zorlayacaksınız? Evliliği yasakladığınızın farkında değil misiniz? Tamam şimdiki kadını yani zevceyi / wife’ı kocasından korudunuz ve yuvayı yıktınız. Kocasından koruduğunuz kadını kocası olmayanlardan nasıl koruyacaksınız? Diğer kadınlardan nasıl koruyacaksınız. Bu arada ülke nüfusunu nasıl koruyacaksınız? Üremeyi durdurduğunuzun farkında değil misiniz?
Hem siz neden kadın deyince sadece evli olan kadınları anlıyorsunuz. Kadını bekârlaştırarak maruz bırakacağınız şiddetten nasıl koruyacaksınız. Siz en güçlü kadının “evli kadın” olduğunu, en güçlü insanın ise “anne” olduğunu bilmiyor musunuz? Pekiyi miras hukukunda anneye yönelik şiddeti önlemek adına ne yapıyorsunuz? Neden annelerin de mirastan pay alabilmeleri için yasa teklifi hazırlamıyorsunuz? Çünkü siz kadının hakkını korumakta ya gaflettesiniz ya da ihanettesiniz. Siz yuvaları yıkarak önce kadına, sonra aileye, sonra topluma sonra da Allah’a savaş ilan ediyorsunuz. Kazanamayacaksınız.
Bakınız Cenab-ı Hakk Nisa suresi 34 ve 35. Âyetlerde neler söylüyor:
-Erkekler kadınlar üzerine “kavvâm”dır. Bu ne demek, İstediğiniz modernist yorumu, feminen tercümeyi yapın. Yapacağınız sadece İsrailoğulları gibi mananın tahrifidir. Bir şeye kaim olmak elbette mutlak surette ondan üstün olmak anlamına gelmez. Ama yönetici, temsilci, koruyucu anlamına gelir, tıpkı ilçelerin kaim makamı (Kaymakam) gibi. Pekiyi İstanbul sözleşmesi bunu kabul ediyor mu? Hayır. Bu Allah’a savaş açmak değil midir? Biz bu savaşı kazanamayız.
-Kur’ân-ı Kerim’e göre bir kadın evlilik akdinin gereği olan şartlardan birini ihlal ederse ki buna Allah Teala “Nüşûz” demektedir. Bu kadınlara nasihat, yatak ayırma, dövme müeyyidelerinden söz edilmektedir. Size göre bunlar şiddet değil midir? Pekiyi bu durumda bir Müslüman âyetten güç alarak bu müeyyidelerden birini icra ederse ve biz de kendisine yasa gereği “şiddet uyguladı” diyerek başka bir müeyyide icra edersek,“Mahkemenin Büyüğü”nde kim haklı çıkar? Allah’a savaş açılmaz! Bugüne kadar kazananı olmadı.
-35. âyette eşler arasını bulmak adına hakeme başvurma emredilmektedir. Oysa ilgili yasada “arabuluculuk” yasaklanmıştır. Kimin emriyle? Kimin emrine karşı? Bu Allah’a harp ilanıdır. Kaybederiz.
Tamam, hanım kardeşlerimizin gönlü olsun. Biz yasal düzenlemeleri onları hoşnut edecek şekilde yapalım ve gönüllerini alalım. Yapabilir miyiz? Adımız Muhammed Mustafa olsa yine yapamayız. Neden mi? “Ey Peygamber! Hanımlarının gönlünü kazanmak adına Allah’ın sana helal kıldığını nasıl haram sayarsın?” (Tahrim, 1.) Yanımıza destek için Resulullah’ı alsak da biz bu savaşı yine kaybederiz.
Eşler boşanınca iddetin bitiminde evden kadın gider (Talak, 1-2). İstanbul sözleşmesine göre erkeğin evi terk etmesi lazım. Hangi yasayla kime meydan okuyoruz? Kazanamayız. Ayrıca erkeğin boşanma nafakası yükümlülüğü iddetin bitimine kadardır. Sonra kesilir. Biz de sizden tarafa olalım ve “kadın sonra ne yapacak?” diyelim. Diyelim de bunu Tevrat’taki pek bir şeyden haberi olmayan Tanrı’ya mı yoksa her şeyi bilen Allah’a karşı mı söyleyeceğiz. Biz bu savaşı kazanamayız.
Kadının beyanını yeterli saymak Allah’a karşı bir cephe daha açmak demektir. Cenab-ı Hak bir kadının şahitliğini davanın ispatında yeterli saymamaktadır. En az iki kadın olmalıdır ve de yanlarında ayrıca erkek şahit bulunmalıdır (Bakara, 282). Pekiyi neden böyle. Biz emre itaatle mükellefiz, aklına yatmayan gidince bizzat sorar. Ama haksız çıkarsınız, kazanamazsınız.
Örnekleri çoğaltmak mümkün. İşte bunları bilen kimseler dini de şiddeti besleyici ve ayrıştırıcı olarak görüp suçlamaktadırlar. Bu ise savaşı başlamadan kaybetmek anlamına gelmektedir. Namus kavramı hedefe konulmaktadır. Nikâh ise namusu helal kılan akit olarak tanımlanır. İslâm’a göre insan bedeninin mülkiyeti Allah’a aittir. Bu sebeple bırakınız istediğiniz gibi kullanmayı, sahibinin “gösterme” dediği yeri keyfinizce gösteremezsiniz.
Toplumun en küçük çekirdeği ailedir. Aile “ail” kelimesinden türemiştir ve muhtaçların dayanışması anlamına gelir. Erkeği kadına muhtaç olmaktan çıkarmak da, kadını erkeğe muhtaç olmaktan çıkarmak da aile birliğini bozar. Kimseyi kimseye muhtaç etmeyelim derseniz bu aile değil şirket olur.
Babalar çocuklarını sevemez oldu, ciğerparesi kızlar babasından ürker oldu. Kız sevgiyle büyür, babasının şefkat elini saçında hissetmeyen kız özgüven kaybına uğrar ve sevgiye, ilgiye aç olarak büyür. Biraz serpilince de kendisine ilk ilgi gösteren yabancı erkeğe gönlünü kaptırır. Bu yavruyu yabancı erkekten korumak yerine babasından korumak nasıl bir akıl tutulmasıdır. Altı aylık bebeğini kucağına alıp severken bir baba, krize giren anne yüzünden ensest ilişki suçlamasıyla mahkûm edildi. Bu mazlumun ahı birilerinden aheste aheste çıkacaktır.
KADEM kadın haklarını korumayı erkek düşmanlığı temeli üzerinde inşa etmiş. Bu strateji yanlıştır. Kadını korumaya evlilikten önce başlamak gerekir. Kalorifer kazanı yakmak için bile üç ay kurs almak gerekiyor. Evlilik, yuva kurmak, evlat sahibi olmak o kadar basit bir iş midir ki tesadüflere bırakılıyor. Yanlış tercihlerle yanlış yuvalar kuruluyor ve sonra evliliği boks ringi zanneden birçok psikopat yüzünden bütün erkekler üçüncü sayfa haberindeki potansiyel caniler gibi görülüyor. Çözüm olarak da İlahi mesajın aksi yönde davranma öneriliyor. Biz bu yoldan gidersek asla kazanamayız.
Allah Teâla kadını cemâl sıfatıyla, erkeği celâl sıfatıyla muttasıf olarak yaratmıştır. Erkeği güzelleştirip kadını güçlendirmeye kalkarsak ölçüyü kaçırabiliriz, kadını erkeğe, erkeği de kadına çeviremeyiz ama kadını kadınlıktan erkeği erkeklikten çıkarmış oluruz. Bu da sistemin tamamını bozar. Bize düşen Murad-ı İlahiye rıza göstermek ve Sünnetullah’a boyun eğmektir.
Bütün dünya Müslümanlarının umudu olan bu ülkenin birçok düşmanı var, bir de gökleri karşımıza alırsak hepsiyle başa çıkamayız. Yerdekilerin hepsiyle başa çıkmak için en sağlam ve güvenli yol Allah’la dost olmaktan geçer. Ve bizim bu dostluğa her zamankinden çok daha fazla ihtiyacımız var. Dünyanın bize, bizim de Rabbimize…
Kalın sağlıcakla
Genel Yayın Yönetmeni