İçimizdeki Macron'lar
Fransa Cumhurbaşkanı Macron Kur'ân-ı Kerîm'in yeniden yazılmasını istemiş. Onun da mensubu olduğu muharref dinde bu çok doğal, çok sıradan bir düşünce. Çünkü onların tanrı diye inandıkları şeyin tam olarak ne işe yaradığı belli değil. Karşısına geçip saygıyla eğildiğinizde bile sizi görüp duyduğu şüpheli. Böyle olunca da işin çoğu insanlara düşüyor tabii ve doğal olarak din bir angaryaya dönüşüyor. Rızık vermiyor, hastalık ve sağlık vermiyor, hiçbir problemin çözümünde yardımcı olmuyor, yaşatamıyor, ölüm tamamen biyolojik bir durum. İnsanların iyi olmalarını istiyor, ahlâklı olmalarını istiyor ama sadece ve öylesine istiyor. Söz dinleyene bir mükâfat, dinlemeyene bir ceza vermiyor. Cennet ve cehennem fikrini bile ortaçağda müslümanlarla tanıştıktan sonra kendi teolojilerine dâhil ediyorlar. Sözün özü Macron gibiler için taptıkları çoklu tanrılarının Buda ve benzeri totemlerden pek bir farkı yoktur. Zaten ellerindeki incillerin en eskisi İsa'nın gidişinden yüz yıl sonra yazılmıştır. Sonra ihtiyaç hisseden bir yenisini, bir yenisini yazmıştır. Hatta son yıllarda yine incilden bazı bölümleri çıkarmayı düşünmektedirler.
Burada şu hususu da dile getirmek gerekir. Macron'un ipini ellerinde tutan Baron Rotschild ve diğer ailelerin inandıkları, uğruna bütün dünyayı fesada boğdukları Lucifer, bütün bu çakma tanrılardan çok daha güçlüdür ve muktedirdir. Bizim inancımıza göre Hz. Adem'e secde etmeyen, kibirlenerek kafir olan İblis melundur ve Ademoğullarının kıyamete kadar düşmanıdır. İşte bu İblis'in İncil'deki adı Lucifer'dir. Malum ailelere göre Lucifer kovulmamış, cennetten düşmüştür ve hiç de kötü biri değildir, Tanrı ona büyük haksızlık yapmıştır. Elbette ateş yani enerji topraktan üstündür. Bu bilimsel bir bilgidir. Bilimsel bilgi ile çatışan dini bilgi ve bu bilgilerin yer aldığı kutsal kitaplar da güvenilmezdir. 13. Yüzyıldan itibaren aktif olarak kendi yetiştirdikleri bilim adamları (örnek; copernicus, galile, Newton...) sürekli kutsal kitapların bilimsel verilere aykırı olduğunu öne sürerek onları itibarsızlaştırmışlardır. Hatta biraz kurcalandığında papaya doğrudan bağlı cizvitlerin de bu işin içinde olduğu görülür. Çünkü kutsal kitabın yanlışlarla dolu olduğunu herkese inandırmak papanın işini kolaylaştırmaktadır. Bu inanç yerleştiğinde kimse papayı yanlış yapmakla, kitaba aykırı davranmakla suçlayamayacaktır ve böylece papa dinde yegâne otorite olacaktır.
Gelelim bizim içler acısı durumumuza. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, bilimsel verilere aykırı diye Kur'ân-ı Kerim'de yüzlerce ayet paranteze alınmıştır, kendi bağlamında değerlendirmek gerekir denmiştir ve açıkçası âyetler görmezden gelinerek her geçen gün Kutsal Kitabımız itibarsızlaştırılmıştır. Türkiye'deki ilahiyat hocalarının mübalağasız %90'ının inancı bu yöndedir ve bu halleriyle din öğrenmek için önlerine gelen çocuklara yıllarca bu zehri akıtmaktadır. Mesela dünya ay ve güneşin bilimsel bilgi diye öğretilen konumları ve işlevleri Kur'ân-ı Kerîm'e göre tamamen farklıdır. Hal böyleyken onlarca âyet okusanız da ilahiyat hocalarına bunları kabul ettiremezsiniz. Hemen sizi örümcek kafalılıkla ortaçağ engizisyonu kurmakla suçlarlar.
Hz. Peygamberden bir hadis naklettiğinizde size hemen "Kur'ân-ı Kerîm'de var mı? Kur'an'da yoksa inanmam" diyenler, bilim adamları şöyle söylüyor dediğinizde hemen inanırlar ama Kur'an'da var mı yok mu bunu hiç sormazlar.
Diyanet tv'de farklı bakış programına çıkan iki prof. konuşmalarında Hz. Peygamberden 300 yıl sonra İmam Mâtürîdî'nin dinî düşünceye bir açılım getirdiğini, Matürîdî gibi birisi dini düşünceyi yeniden şekillendirdiğine göre bizlerin de aradan geçen bin küsur yıllık süreçte onun bıraktığı noktayı fersah fersah geçmemiz gerektiğini, müslümanların düşüncede çağı yakalayamadığını söylüyorlar.
"Âlemi kör, kendinden başkasını sersem mi sanırsın" özdeyişi mucebince Mâtüridî'nin yazdıklarını sanki sadece kendileri okuyabiliyor. Oysa metinler açık açık çarpıtılıyor. İşlerine gelmezse ne hadis ne âyet kabul edenler, gizli emellerine hizmet edeceğinden emin olduklarında bir İslâm âliminin sözüne sımsıkı sarılıyorlar. İmam Mâtürîdî'nin söylediklerinin bunların aktardıklarıyla uzaktan yakından ilgisi olsa bari.
İşin aslı çok başka. 90'lı yılların ortalarında merhum Özal'ın ekibinde yer alan, büyükelçilik ve milletvekilliği yapmış olan Gündüz Aktan, toplantıya katılanlara şöyle söylemekteydi: "Bu millete laikliği Matürîdî üzerinden pazarlayacağız".
Şer ve nifak cephesi hiç vazgeçmiyordu. Önce dini öğretiyi felsefeyle perdelemeye çalıştılar ve oldukça başarılı oldular ki bu bir başka yazının konusu. Sonra mutezilik üzerinden kafaları bulandırdılar. Şimdi Mâtüridi'nin adını kullanıyorlar. Bunu yaparken kimilerini Matürîdî'den soğuturken, kimilerinin ise "demek ehlisünnetin görüşü buymuş" demelerine vesile oluyorlar. Bu tarz bir dini düşüncenin Türk İslâm'ı olduğunu, statik, geleneksel din anlayışının ise Emevî İslâmı olduğunu dillendiriyorlar.
Ebu Hanife-İmam Matürîdî-Ahmed Yesevi üçlüsünü hoyratça kullanıyorlar ve bu şahsiyetlerin Türk İslâmının öncüleri olduğunu işliyorlar.
Yukarıda sözü edilen toplantıdan sonra Türkiye bir anda Ahmed Yesevî'nin adını sıkça anmaya başladı. Ha bu arada toplantıya katılan isimlerden biri de Namık Kemal Zeybek'ti. Ahmed Yesevî Yusuf Hemedanî'nin halifesidir. Yusuf Hemedânî'nin diğer meşhur halifesi ise Hâcegan yolunun kurucusu Abdülhalik Gucduvânî'dir. O silsilenin yedinci ismi ise Şah Nakşbend'dir.
Hoca Ahmed Yesevî'ye geri dönecek olursak, onun halifesi Lokman Pârende, onun da halifesi Hacı Bektaş Veli'dir. Toplantıya katılan bir isim daha vermek gerekirse İzzettin Doğan demek yeterlidir. Hani şu Fetöyü öve öve bitiremeyen Cem Vakfı başkanı.
Türk İslâmı adıyla bu milletin inancına yapılan suikastlerin ardı arkası kesilmemektedir.
Bozuk binayı tadilatla düzeltemezsiniz. Yıkıp yenisini yapmanız gerekir. Tıpkı Hz. Ömer'in Irak'ı fethettikten sonra mevcut şehri ihmal edip sıfırdan Kûfe'yi inşaa ettiği gibi.
Kalın sağlıcakla.
Alaaddin Yetişen
Genel Yayın Yönetmeni