ADIN YETTİ YA RASÛLALLAH!
İMANIN ÖLÜM MAKİNALARINI YENDİĞİ GECE: 15 TEMMUZ
Vermezler! Bu ülkeyi size vermezler! Bizans’ın elinden almak için Sultan Fatih’in evliyası bol ordusunun gücü ancak yetti. Osmanlı’nın torunlarının elinden almak için toprağın üstündekilerini satın almak yetmez! Göklerden ferman gelmeden, toprağın altındaki bedensiz orduları yenmeden bu toprakları size vermezler.
Bu vatanı bize Allah verdi. O geri almadan size vermezler! Muhammed Mustafa’yı gören gözler, O’nu Refîk-i A’lâ’ya yolcu ettikten sonra, son görevlerini yapmak üzere ışıklarının söndüğü yere kadar gittiler ve orada İslâm’ı yaymaya başladılar. Önce Şam ve Bağdat, akabinde Mısır ve Horasan İslâm toprağı oldu. Kuzey Afrika’da denizi geçenler Endülüs’ü; Horasan’da Ceyhun(Amuderya) ırmağını geçenler Mâtürîdîlerin, Serahsîlerin, Şah-ı Nakşbendlerin yurdu Mâveraünnehir’i İslâm Medeniyetinin merkezi haline getirdiler. Moğol kasırgası “bir takdir-i ilâhî olarak” Türkistan’ın ulemâsını, evliyasını ve zanaat erbabını önüne katıp âdeta Anadolu’ya süpürmüş, peşlerinden kendi de gelmişse de bu mana ordularının karşısında maddi gücüyle tutunamayıp buharlaşmıştır. İşte bu güçtür ki cihan devletinin temellerini atmıştır. Artık Anadolu İslâm toprağıdır. Ve bu mana orduları henüz bu topraklardan ayrılmamışlardır. Bir gün gelir de Allah, Sancak-ı Şerif’i bizden alır da başkalarına teslim ederse işte o zaman bu ordular oraya giderler ve siz o zaman belki bu toprakları alabilirsiniz. Yoksa vermezler!
Bu ülkenin altındaki orduları üstündeki ordularından fazladır. Bu milletin askeri şehit olunca ölmez, sadece görünen ordu saflarından görünmeyen ordu saflarına geçer ve artık onu ikinci kez öldüremez, vuramaz, yaralayamaz, yakalayamaz ve yenemezsiniz. Anadolu vilayetlerinin bir de tapusunu elinde tutanlar vardır. Onları geçmeden toprağına sahip olamazsınız. İstanbul’u “Habib-i Ekrem’in Yâri EbâEyyüp el-Ensarî”yi geçmeden alamazsınız. Bursa’yı Emir Sultan’ı geçmeden, Ankara’yı Hacı Bayram Veli’yi geçmeden, Konya’yı Mevlâna’yı geçmeden, Kayseri’yi Seyyid Burhaneddin’i geçmeden, Bolu’yu Akşemseddin’i geçmeden alamazsınız. Kastamonu’yu Şaban-ı Veli’yi geçmeden, Malatya’yı Somuncu Baba’yı geçmeden, Elazığ’ı Arap Baba’yı geçmeden, Erzurum’u Alvarlı Efe’yi geçmeden, Siirt’i Fakirullah’ı, İbrahim Hakkı’yı geçmeden alamazsınız. Hepsinin adresi de adı da belli, buyurun alabiliyorsanız, vermezler!
15 Temmuz’da Cumhuriyet tarihinin en organize kalkışması yapıldı. Yeri geldiğinde elli albayın darbeye kalkıştığı bu ülkede, generallerin neredeyse yarısının adı karıştığı halde başaramadılar. Allah kötülere zafer vermez, sadece iyiler yoldan sapınca onlara musallat eder. Günlerce hazırlıklar yapılmış, ajanlar yerleştirilmiş, listeler hazırlanmış, silahlar aktif hale getirilmişti. Her şey çok kolay olacaktı. Kendilerini bu milletin efendisi zannedenler, halkın iradesini yok sayıp ülkeyi ele geçirecek, destekçileri arasında bölüştürecek, hazineyi birilerine, toprakları birilerine verecek, sahipsiz sandıkları vatanı küffara peşkeş çekeceklerdi. Ama Mülkün Sahibi’nin planından habersizlerdi. Allah Teâla o gece tarihte eşine az rastlanır bir ilahî müdahale ile bu Müslüman millete âdeta göstere göstere yardım etti ve bir avans daha verdi.
Düşmanlarımız hiç hesap etmedikleri bir silahla karşılaştılar. Tahrip gücü tahmin ve tespit edilemeyen bir silah. Karşı hamle ile etkisiz hale getirilemeyen bir silah. Radarların yakalayamadığı, yakalasa da bir şey yapamadığı bir silah. Nişan alırsa gökteki yıldızı vuracak bir silah: SALÂT-I SELÂM.
Adı yetti Kâinatın Efendisi’nin. Akılları başlardan aldı. İmansız köpekleri kudurttu. Silahları susturdu. Beyinleri şoka soktu. Zira şöyle söylemişti ondört asır evvel: “Bir aylık mesafeden düşmanlarımı mağlup ederim”. Adı yetti gönüller Sultanı’nın. Hiç tahmin etmemişlerdi, hiç beklemiyorlardı. Şimdi bu da nereden çıkmıştı. Dosta güven düşmana korku salıyordu. 15 Temmuz gecesi tankın önüne yatanlar, namluya göğsünü dayayanlar, yanında yürüyen arkadaşı vurulup düştüğünde ona bakıp düşmana doğru hamle yapanlar, yüksek binaların çatılarından F 16’ları levye ile kovalayanlar bir gün sonra yaptıklarına kendileri bile inanamıyordu. Elindeki basit bir tabanca ile altmış tane teçhizatlı askeri teslim aldığına inanamıyordu. Adı yetti Fahr-i Âlem’in.
İşte bu ülkeyi koruyan orduların silahları. Bir daha gelecekseniz bunları bilerek gelin. Daha Rasûl-i Kibriya’nın adına dayanamadınız. Kadem-i Şerif’i alır da yürürsek meleklerden bizi göremezsiniz. Sancak-ı Şerif’i açarsak gökte yerde ordu kalmaz düşer peşimize. Herkes haddini bilecek!
Bu millete, bu devlete, milletin Reis’ine, Meclisine kasteden hain Fetö ve avanesi kadar, hatta onlardan çok daha tehlikeli olan hainler Peygamber-i Zişan ile ümmetinin arasını açamaya çalışan hoca görünümlü şarlatanlardır. Sünnet düşmanlarıdır, Kitap düşmanlarıdır. Sünnete saldırmayı din diye yutturanlar ve bunlara göz yumanlardır. Bu iş ihmale gelmez.
O gece Cennetin kapıları bir anda açılıverdi ve 251 kahraman kanatlanarak cennete uçuverdi. Bu davanın kaybedeni yoktur. Kimi sözünü hemen yerine getirmiş ve peygamber âğuşuna kurulmuş, kimi ise sırasını beklemektedir (Ahzâb, 23).
Kalın sağlıcakla.
Genel Yayın Yönetmeni