K-ADEM’İN PATIRTISI
Halkın haklı feryadı karşısında toplumun bağrına sokulmuş bir hançer olan ve 6284 sayılı yasa ile boğazımıza geçirilen İstanbul Sözleşmesi ilmiğinden kurtulma süreci başlamışken Kadem adlı sivil toplum kuruluşunun hararetle bu sözleşmeyi savunması akıllarda birçok soru işaretinin oluşmasına sebep olmuştur.
Anlayana, anlamak isteyene, iyi niyet sahibi kimselere yetip de artacak kadar mebzul miktarda gerekçe, feryat, dava, itiraf, tespit, makale, program, panel, çalıştay, sempozyum, bilimsel faaliyet olmasına rağmen hala bu sözleşmenin savunulmaya çalışılması “mesele ağaç değil anlasana” diyen zihniyeti akla getirmektedir.
Bir kez daha ifade edelim bu sözleşme ve onun etkisiyle çıkan yasa Allah’a, Kitab’a meydan okumaktır. Kitab’ın sesini bastırmak için patırtı çıkarmak, şamata yapmaktır ki, Kur’ân dinlenmesin (Fussilet, 26). Laik bir ülkede Kur’ân-ı Kerîm’in dediğinin ne önemi var derseniz o zaman yaptığınız açıklamada işiniz düşünce İslâm’ı referans göstermemeniz gerekir. Görünen o ki Kadem bu işi artık inadına yapmaktadır.
Kadem;
-“İstanbul sözleşmesinin kadına yönelik “her türlü şiddete” karşı hukukî çerçevede detaylı koruma sağlayan ilk uluslararası belgedir” diyor. Kur’ân ve Sünnet’in kadını korumaya yönelik hükümlerinin Kadem’e göre uluslararası kabul edilmediği anlaşılmaktadır. Ankara Barosu bile Kur’an’ın hükümlerini hiç olmazsa çağdışı bulurken Kadem’in tamamen yok saymasını anlamak oldukça güçtür.
-“Her türlü şiddet”. İşte asıl sorunun kaynağı burasıdır. “Kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddet ve ev içi şiddeti hedef alan ilk Avrupa sözleşmesi” diyor. Erbabınca malumdur ki, bu sözleşmeden önce de kadın korunmaktaydı. Ailenin korunması anayasal bir sorumluluktu. TCK’da bunlar eskiden de suçtu. Şiddetle mücadele için çıkarılan ilk yasa dört maddelik Ailenin Korunmasına Dair 4320 sayılı yasa idi. 2007’de kanuna şiddete uğrayan diğer aile bireyleri de eklendi. Asl olan her ne sebeple olursa olsun kadını korumak değil aileyi korumaktı. İstanbul sözleşmesinin imzalanıp onaylanmasından sonra şiddet mağduru olduğunu iddia eden kadın başvurduğu anda derhal koruma kararı verilmeye başlandı. Şiddetin fiziksel olması gerekmiyordu, ekonomik, psikolojik, cinsel, sözel ve ısrarlı takip hep şiddet sayıldı. Bu kanunla şiddetin mahiyeti ve tanımı âdeta kadına bırakılmış ve o şiddet görüyorum diyorsa doğrudur ilkesi kabul edilmiştir. Yazılı bir delil veya belgeye gerek yoktur. Kadının beyanı asıldır ve şikayetine istinaden ertesi gün koruma kararı alınır.
-Aileyi değil de sadece kadını korumaya çalışmanın iyi niyetle bağdaşır bir tarafı yoktur. Bu açıkça “ben bu toplumu atomize edeceğim” demektir. Özel olarak kadını korumak kanun önünde eşitlik ilkesine aykırıdır. Bu kanun var olduğu günden itibaren teorik olarak erkeği mahkûm etmiştir. Erkek suçludur, erkek magandadır, erkek eli kanlı katildir. İnsaf!
-“Psikolojik şiddet” yoruma açık, kötü niyetle mağduriyetler doğuracak bir muğlak ifadedir. “Aile için ısrarlı takip” de ne demektir? Biz İskandinav ülkesi miyiz? Kıskançlıkla mücadele fıtratla mücadele demektir. Bir erkeği duygularından, fıtratından yasayla uzaklaştıramazsınız. Fıtratı bozmak, insanlığı bozmaktır, insanlığa karşı suç işlemektir.
-Bu kanun kadına karşı her türlü ayrımcılığı ortadan kaldırmamaktadır. Hele hele eşitliği hiç sağlamamaktadır. Her şeyden evvel hukuk, eşitliği değil adaleti temin ve tesis etmek için vardır. Özgürlük, eşitlik vb. sloganlar Fransız İhtilalinin dünyaya pompaladığı ve toplumlarda kargaşa çıkararak ülkeleri zayıf düşürme amaçlı olan sihirli laflardır. Yaratılışta olmayan eşitlik, doğada olmayan eşitlik yasayla nasıl temin edilecektir? Asl olan herkese hakkını vermektir.
-“Şiddetin her türlüsüne karşı olmak” ifadesi de bir başka sihirli lakırdıdır. Gerek ailede gerek okulda gerek askeriyede gerek sanayide ve gerekse toplumda düzenin sağlanması, bireylerin eğitilmesi için çeşitli yaptırımlar olmazsa olmazdır. Müeyyidesi olmayan hukuk sadece ütopyadır. Kur’ân-ı Kerîm’de adaletin tesisi için Kitap, mizan ve demir indirildiğinden söz edilmektedir (Hadid, 25). Bu durumda birilerinin çıkıp hukukî yaptırımları şiddet olarak tanımlaması ne kadar abes ise, aile içi yaptırımları, eğitimi süreçlerindeki yaptırımları, askeriyedeki yaptırımları da şiddet olarak değerlendirmesi o denli abestir. Allah’ın verdiği yetki kul tarafından geri alınamaz (Nisâ, 34).
-“Delillendirme zaman alacağından…” bu ne tür bir hukukî mantalitedir? Bu zihniyet İstiklal mahkemelerinin işleyişini anımsatmaktadır. Delillendirmenin zaman alması gerekçesi masumiyet karinesiyle; “Berâet-i zimmet asıldır” ilkesiyle, “Kanunsuz suç ve ceza olmaz” ilkesiyle nasıl bağdaşmaktadır? Sanığın daha sonra suçsuz bulunmasına kadarki süreçte yaşayacağı mağduriyet nasıl telafi edilecektir? Madem İslâm’ı referans gösteriyorsunuz “Delillendirme zaman alacağı” gerekçesini “Şek ile yakî zail olmaz”, “Bir zamanda sabit olan şeyin hilafına delil olmadıkça bakasıyla hükmolunur “, “Iztırar gayrın hakkını iptal etmez” ilkeleriyle nasıl bağdaştırıyorsunuz? Şüphenin sanığın lehine değerlendirilmesi gerektiğini bilmiyor musunuz?
-“Evden uzaklaştırma, her ihbar ciddiye alınmazsa muhtemel yaralama ve can kayıpları karşısında hafiftir” denilmektedir. Bu yaklaşım tarzı her erkeği potansiyel suçlu saymaya denktir. Bir erkeği her an bir suç işleyecekmiş gibi düşünmek, sadece erkek olduğu için yarı yarıya suçlu muamelesi yapmak, evindeki su boruları sebebiyle bir kimseyi muhtemel silah kaçakçısı, üzerinde suç aleti taşıdığı için de zinacı addetmeye benzemektedir. Bir erkeği evinden uzaklaştırmak İslâm’a göre zulümdür. Mülk üzerindeki tasarruf mülk sahibine aittir. Kamu velayeti bile suç sabit olmadan mülk sahibinin mülkünde dilediği tasarrufta bulunmasına engel olamaz.
-Yapılan suç tanımlarının tercüme koktuğu ve ülkemiz değerleriyle bağdaşmadığı açıktır. Batılı kanunları aynen almak (resepsiyon) hala Mahmut Esat Bozkurt kafası taşımak anlamına gelmektedir. Aile Hukukunun milli olduğu, evrensel olmadığı yadsınamaz bir gerçektir. Türkiye’de kaç kadın zorla sünnet edilmiştir?
-“Koca Tecavüzü” kavramı temellendirilirken “İslâm değer yargısı”ndan söz edilmekte, “İslâmî öğretide mazluma yardım”dan dem vurulmaktadır. Pekiyi İslâmî öğretide suçun ispat şekli neden dikkatinizi çekmemektedir? İslâmî öğretinin neresinde tek bir kadının beyanı ile suç sabit olmaktadır? Ayrıca sözü edilen kötü fiilin kazâi değil diyanî bir yaptırımı vardır.
-“Kadının veya mağdurun beyanı asıldır” demek arasında ne fark vardır? İster kadının ister mağdurun beyanı asıl olsun her ikisi de hukuka aykırı, dayatma ilkelerdir. Ömer b. Abdülaziz hâkimlere gönderdiği talimatnamede: “Bir kimse gözü çıkarılmış ve avucuna almış şekilde huzurunuza gelip bunu yapandan davacı olsa hemen tehevvüre kapılıp diğerinin aleyhine karar vermeyin! Belki onun iki gözü birden çıkarılmıştır da yanınıza bile gelememiştir” demektedir. İşte İslâmî öğreti budur.
-Geçici olarak verilen tedbir kararlarının ülkemizde ne denli uzun sürdüğü herkesin malumudur. Yapılan hatalar, atılan iftiralar insanların ömürlerinden çalmaktır. Gecikmiş adalet adalet değil, zulümdür. Allah’a kulluğu engelleyecek şekilde tedbiren verilen hürriyeti tahdit cezası İslâmî öğreti ile bağdaşmamaktadır.
-Kadın cinayetlerindeki artışın İstanbul Sözleşmesinden kaynaklanmadığını söylemek körü körüne bir yasayı savunmaktan başka bir şey değildir. Gerçeği bile bile inkâr etmektir. Bu sözleşme sosyal realiteye aykırıdır. Halka rağmen hukuk olmaz. Bu sözleşme hem fıtrata hem kültüre hem de dine aykırıdır. Toplumda karşılık bulamayan yasalar, milli ve manevî değerlerle çatışan yasalar zamanla tarih olmaya mahkumdur. Gücünü Hak’tan değil de siyasî otoriteden alan yasalar hukuk devletinin değil, zorba devletlerin yasaları olarak nitelendirilir. Bu tür yasaların verdiği güvence korkuya dayalı olduğu için suçla mücadelede başarısız olacaktır. Yasa etki analizleri göz ardı edilmemelidir.
-Tanımı yapılmayan ya da her şeyi kapsayacak hale getirilen “şiddet” herkesi suçlu saymaktadır. İnsanı fıtratından, duygularından soyutlama, onu tamamen robotlaştırma amacı taşımaktadır. Kadem’in arzuladığı aile insanlardan değil dışarıdan yüklenen yazılıma göre hareket eden, duygusuz, komutla yaşayan robotlardan oluşabilir. Zaten Yeni Dünya Düzeni baronları da bunu istemektedir. Aslında bu aile olmanızı istemiyoruz demenin dolaylı bir yoludur.
-Kendi görüşüne destek için İslâm’dan dem vuran Kadem, arabuluculuk söz konusu olduğunda kanunun arkasına saklanmaktadır. Şiddete maruz kala kadının uzlaşma masasına oturmayacağını belirtirken açıkça Kur’ânâyetine karşı çıkmaktadır (Nisa, 35). Kur’an’a göre hakem tayini boşanmadan önceki son tedbirdir.
-Toplumda uzun süredir tartışılan bu sözleşmenin taraftarları ve karşı gelenleri incelendiğinde zaten asıl amacın ne olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. Kadem bu tavrıyla bir gazetenin dediği gibi “Biz yobazlar gibi düşünmüyoruz” mu demektedir? Yoksa CHP gibi İslâm aleyhine olan, manevi değerlerimizle çatışan yasaları kazanım olarak mı görmektedir?
Kalın sağlıcakla.
Genel Yayın Yönetmeni
İLGİLİ YAZILAR İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNKLERİ TIKLAYINIZ