banner47
banner128

Pirincin Beyaz Taşları mı? İçimizdeki İrlandalılar mı?

Bizim Allah’tan başka kimseye yaranma gibi bir derdimiz yoktur.

Pirincin Beyaz Taşları mı? İçimizdeki İrlandalılar mı?

Bizim Allah’tan başka kimseye yaranma gibi bir derdimiz yoktur.

haberiumturk
haberiumturk
15 Temmuz 2020 Çarşamba 02:16
Pirincin Beyaz Taşları mı? İçimizdeki İrlandalılar mı?

PİRİNCİN BEYAZ TAŞLARI MI?

İÇİMİZDEKİ İRLANDALILAR MI?

Gerek 28 Şubat’ın dine ve dindara yönelik tahripkâr saldırısı, gerekse ülke ekonomisinin bitkisel hayata girmiş olmasının akabinde, Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki Ak Parti hükümetinin iktidara gelişiyle birlikte kara günler bitmiş Ak günler başlamıştı. Bu durum Sünnetullah’ın tecellisinden başka bir şey değildir (Âl-i İmrân, 140). Cenâb-ı Hak Allah “mülkün” yönetimini dilediğini vereceğini sarahatle belirtmektedir (Âl-i İmrân, 26). Dualar kabul edilmiş, mazlumların ahı karşılık bulmuş, kıştan yaza geçilmiş ve tabiri caiz ise Müslümanlara bir avans daha verilmişti.

Devleti ayakta tutan üç temel ilke vardır: Güç, emaneti ehline teslim ve adalet. Bu üçü bir arada bulunduğunda hukuk devleti ortaya çıkar. Adalet olmazsa kanun devletine dönüşür. Emanet de ehline teslim edilmez ise geriye sadece güç kalır ki artık bu zorba devlete dönüşmüş olur. Dünya tarihine baktığımızda iktidarların güçlerini üç kaynaktan aldığını görürüz. Antik Mısır, Yunan, Hint dönemlerinde devletin gücünü tanrıdan aldığı düşünülürdü. Krallar bir döneme kadar aynı zamanda tanrı kabul edilirdi ve halk devlete tanrıya itaat ettiğini düşündüğü için itaat ederdi. Daha sonra ikinci aşamaya geçildi ve ülke yöneticileri tanrı değil tanrı temsilcisi konumuna geriledi. Özellikle batıda kendini tanrı temsilcisi olarak kabul ettiren papaların baskıcı siyasetleri, engizisyon işkenceleribu durumun sorgulanmasına sebep olmuş ve devletin temelinin Toplum Anlaşması’na (DuContratSocial) dayandığı fikri kabul görmeye, devletin de gücünü de bundan aldığı benimsenmeye başladı. Böylece üçüncü aşamaya geçilmiş ve cumhuriyet (demokrasi) tarzı yönetimler teorik olarak hayata geçirilmişti. Aslında bu hem dinin otoritesinden kurtuluşu sağlamıştı hem de halkın zaman zaman kabaran öfkesini yatıştırmaya vesile olmuştu. Halk artık devleti kendilerinin yönettiğini zannetmeye başlamıştı. Oysa gizli eller sadece gücü kendilerinde toplamak istemişti zira demokrasiler güdümlü idi.

Devlet öyle bir güç veriyordu ki insana, iktidarı elinde tutanlar zaman zaman kendini yarı ilah gibi görme psikozuna müptela olmaktaydılar. Lütf-u İlahîyi kendi becerileri gibi zannetmeye başladıklarında ise çöküşün startını vermiş oluyorlardı. Huneyn savaşının başlarında sayıca kalabalık olmalarıyla övünüp kendilerini yenilmez zanneden Müslümanlar, bir iki saat içinde onlarca kayıp vermişlerdi. Aynı şekilde Osmanlı Îlâ-i Kelimetullah davasını mülkiyet devşirme davasına dönüştürünce inhitatın da düğmesine basmış oluyordu.

Güç zehirlenmesi bugünlerde de devletimizin üstünde karabulutlar gibi dolanmaya başlamıştır. Gücün kaynağı, sünnetullahın işleyiş şekli unutulmuş, bazı kimselerin başarının kendi becerileri olduğunu düşündükleri üzülerek gözlenir olmuştur. Devlet Hakka ve halka hizmet ettiği sürece meşrudur ve itaat edilmelidir. Ancak küresel çetelerin sinsi oyunlarına kurban edilirse, yağlı kuyruklar vatanın pazarlığında etkin rol oynamaya başlarsa bu güç zehirlenmesi sadece bu kişilerin kendilerini değil ülkeyi de felakete sürükler.

Ayasofya’nın açılmasıyla bağrı yanık Müslümanların yüreğine bir nebze olsun su serpilmiştir. Ancak bu heyecanın getirisi çok kısa vadeli olacaktır. Asıl samimi duruş “İstanbul Sözleşmesi” denen, aile ve toplumun boynuna geçirilen yağlı ilmeğin fırlatılıp atılmasıyla gösterilmiş olacaktır. Bu musibet için sözün bittiği yerdeyiz. Diller söylemekten yorulmuş, kalemlerin mürekkebi kurumuştur.

Şayet bu milletin kadınlarını biraz olsun tanımış olsaydık, Anadolu kadının hissiyatından birazcık haberdar olsaydık, halkımıza giydirilen bu zehirli gömlekten en çok onların rahatsız olduğunu anlardık. Kimi memnun etmeye çalışıyoruz? Bir gün gelir oğlumuz homoseksüel olursa diye ona güvenli bir gelecek mi sağlamaya çalışıyoruz. Sokaklarda yürüyen üç tane kemiksiz, omurgasızın oyuna mı talibiz? Hadi Allah korkusu vicdanımızda yer etmedi diyelim, Londra’nın paganist baronlarından başka kime yaranacağımızı düşünüyoruz.

Sayın Cumhurbaşkanımızın bu cendereden bir an evvel kurtulmak için verdiği talimata rağmen zamana oynayanlar bu ülkenin dostu olamaz. Bu meseleyi sürüncemede bırakanlar, sümen altı edenler bu ülkeye ve bu ümmete en büyük kötülüğü yapanlardır. Hiç kimse devletin verdiği gücü kendi gücü, Allah’ın bahşettiği iktidarı teşkilatın başarısı zannetmesin.  “O dilerse sizi ortadan kaldırıp yerinize yenisini getirir ve bu Allah için hiç de zor değildir” (İbrahim 19-20).

Şunu unutmamak gerekir ki, bu iktidarı ayakta tutan bağrı yanıkların duasıdır. İnsanlar ellerini semaya kaldırdığında Hz. Peygambere salât-ı selam okur gibi Recep Tayyip Erdoğan’a dua etmektedirler. O bu milletin değil, ümmetin umudu, sekînetidir. Amma yine unutmamak gerekir bu melun sözleşme bu ilgili kanun (6284) yürürlükte olduğu sürece yetkiyi elinde tutanlar âdeta sopayla kendilerine dua edenlerin ellerini kırmaktadır. Ve dua eden dillerin sayısı her geçen gün azalmaktadır. Ne maddi güç ne silah gücü toplumu ayakta tutar, toplum ahlakla, maneviyatla, aile ile yaşar.

Millet üzgündür, millet kırgındır, millet umudunu kaybetmektedir. Ve millet umut veren bir alternatif bulduğu anda o yöne teveccühte tereddüt göstermeyecektir. Sözleşmenin iptalini geciktirenler ihanette değillerse de en azından dalâlettedirler. Bu millet adı Hasan olup da Hans gibi, Süleyman olup da Salamon gibi, İbrahim olup da Abraham gibi, Musa olup da Moşe gibi davrananlardan bıkmıştır. Ülke olarak bu fetret dönemi öyle ya da böyle bitecektir. Sabah olması yakındır (Hûd, 81). Ama güneşin kimin üzerine doğacağı belli değildir.

Türkiye sadece misak-ı milli’den ibaret değildir. Bizim fantezi lüksümüz yoktur. Türkiye’nin kaybetmesi Gazze’deki Ammar’ın, Kahire’deki Esmâ’nın, Bosna’daki Mümin’in, Keşmir’deki Mukaddes’in, Doğu Türkistan’daki Banu’nun, Maveraunnehir’deki Dilruba’nın, Somali’deki İstanbul’un kanının yerde kalması ve kaybetmesi anlamına gelmektedir.

Bizim Allah’tan başka kimseye yaranma gibi bir derdimiz yoktur.

Kalın sağlıcakla.

Genel Yayın Yönetmeni

Son Güncelleme: 15.07.2020 03:33
Yorumlar
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner145

banner114