SEN DE Mİ MÜDÎR BEY?
Hicaz bölgesinden bütün dünyaya yayılan İslâm’la müşerref olan toplumlar arasında, dinîn öğretilerine göre bütün yaşam tarzını gözden geçirip hemen her şeylerini Kur’an ve Sünnet’e göre yeniden şekilendiren ve asla örfmüş, töreymiş, sosyal realiteymiş, milli kimlikmiş gibi gerekçelerin ardına sığınmayan ender toplumlardan en bilineni Buhara, Semerkant, Taşkent gibi merkezlerden oluşan Mâveraünnehir Türkleridir. İslâmın yaşanan kısmını konu edinen Fıkıh neyi emretmişse, İslâmla müşerref olan gerek Samanoğulları gerek Karahanlılar gerekse diğer müslüman Türk devletleri kayıtsız şartsız hayatlarının her vechesini ona göre dizayn etmekte tereddüt etmemişlerdir. Dinin bu denli ciddiyetle kabullenilmesi Selçuklu ve Osmanlılarda göz kamaştırıcı medeniyetlerin doğuşuna vesile olmuştur. Nitekim bazı oryantalistler, Osmanlı’nın ilk on padişahının yaşadıkları dönemin Asr-ı Saadete en çok benzeyen dönem olduğunu öne sürmektedirler. Çünkü onlar Kitab ve Sünnete sarılmakta zamana uygunluk endişesi taşımayan kimselerdi. Zamanı yaratan ve zamandan münezzeh olan Allah Teâlâ’nın Kitabının zamana yenik düşmeyeceğine iman etmişlerdi. Ne zaman ki bu imanlarında gedikler meydana gelip, gerilemenin sebebini dine sarılmakta buldular ve cellatlarına aşık oldular, onlara benzemeyi medeniyet zannedip, kendi değerlerinden uzaklaştılar, Kitabı zamana ayak uyduramamakla suçladılar işte o gün bu gündür hâlâ kendilerine gelemeyip sahip oldukları toprakların % 95’ini kaybettiler. Çünkü mülkün sahibi “Zalimlere benzemeye çalışmayın! Aksi halde ateş bağrınızı yakar. (Onlardan size dost olmaz) Sizin Allah’tan başka dostunuz yok! (Bu kafayla giderseniz) O’nun da dostluğunu kaybedersiniz” (Hûd, 113) buyurmaktadır.
İlerlemeyi, güçlenmeyi, mağlubiyetten kurtulmayı Batılılara benzemekte bulan Osmanlılar, önceleri hayretle karşıladıkları toplumdaki kadın erkek içiçeliğini (Bkz. Yirmizsekiz Çelebi Mehmet, Sefaretname), kadınların yatak odası kıyafetiyle sokakta dolaşmalarını, erkek gibi olma hevesini yavaş yavaş kanıksadılar. Bu kültürel erozyon o kadar önü alınmaz bir boyuta ulaştı ki günümüzde tam tersi bir durum artık olması gereken halini aldı. Yaşadığımız toplumda kim çıkıp da Rasulullah’ın Hz. Ali’ye “Evin dışından sen, içinden Fatıma sorumludur” ilkesini savunabilir ki? Kadının giydiği kıyafet Asr-ı Saadet kadınlarına benzerse bu dışlanma sebebi, aksi ise çağdaşlık alametidir. Pekiyi kazandıklarımız kaybettiklerimize değdi mi? Tabii bu işin bir de toprak altı ve Mahkeme-i Kübrâ kısmı var.
Cumhurbaşkanımızın geçen yılki Japonya ziyaretinde sayıları 800’ü bulan Japon üniversitelerinin % 10’unun kadın üniversitesi olması dikkatini ve beğenisini çekmiş ve YÖK başkanımıza bizim ülkemizde de bu doğrultuda bir çalışma yapılması talimatını vermişti. Nitekim kendi gençlik yıllarında da kızlara ait liselerin bulunduğu belirtmiş, sonradan bu işin bozulduğunu dile getirmişti. Oysa ne hikmettir CHP zihniyeti çağdaşlık adına, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkmak adına okullarda karma eğitimi başlatmış, Üsküdar Amerikan Kız Lisesi veya İstanbul Erkek Lisesi ya da Rum Kız Lisesini bile görmezden gelmiş, hatta hızını alamayıp açmış olduğu Köy Enstitülerinde öğrenci yatakhanelerini bile karma olarak düzenleyerek onlarca kız öğrencinin hamile kalmasına vesile olduğu dönemin hatırat kitaplarında yer almıştır.
Biz istesek de istemesek de, çağa aykırı bulsak da bulmasak da İslâm’da kadın erkek münasebetlerinde bir serbesti yoktur. Bilindiği gibi Hz. Peygamberin hanımları bizim annelerimizdir. Bu tartışmasızdır, ferman-ı ilahidir (Ahzâb, 6). Annelerimiz olmasına rağmen, onlarla evlenmek bütün müminlere ebediyen haram olmasına rağmen, onlardan bir şey istenilecek olsa, onlara bir şey sorulacak olsa bunun perde arkasından yapılması, yüzlerinin görülmemesi, yüzlerine bakılmaması, örtülerin muhafaza edilmesi yine aynı surede yer alan bir başka ferman-ı ilahîdir (Ahzâb 53). Müminlerin anneleriyle münasebet böyleyse birbirleriyle nikahlanmaları caiz olan, namahrem olan kimseler arasındaki münasebetlerin ne boyutta olması gerektiği izahtan varestedir.
Hal böyleyken, “benim çocuğum milli eğitimin yanı sıra dinî eğitim de alsın, manevi değerlerden yoksun kalmasın, dinini diyanetini öğrensin” gibi iyi niyetlerle gönderilen İmam Hatip Liselerinden birinin müdürü pandemi bahanesiyle kız erkek ayrı eğitimi karma eğitime dönüştürüvermiş. Neymiş efendim sosyal hayatta da iç içe yaşıyorlarmış, dolayısıyla sınıfta da birlikte bulunmalarının ne sakıncası varmış! Bu ifadeler Akif merhumun şu dizelerini akla getirdi:
Din için, millet için iş görecek alçağa bak:
Dîni pâmâl edecek, milleti Ruslaştıracak!
Bunu Moskof da yapar, şimdi rıza gösterelim;
Başka bir marifetin varsa haber ver görelim!
Belki birileri çıkıp “Hangi devirde yaşıyoruz, bu ne yobazlıktır, yirmibirinci yüzyılda hala karma eğitime karşı çıkanlar var, Türkiye nereye gidiyor” diyebilir. Türkiye’nin nereye gittiğini Allah bilir ama her kesin sonunda toprağın altına gideceği kesindir. Toprağın üstündeki değişim rüzgarları, çağdaşlık teraneleri kimseyi kandırmasın. Zira toprağın altında sorulan sorularda binlerce yıldır hiç değişme olmadı. Melekler Hz. Ömer’e ne sorduysa bize de aynısını soracak. “Rabbin Allah’tı da sen ne cesaret Kur’ân-ı Kerîm’i çağ dışı buldun?” diyecekler. Sosyolojik, antropolojik, psikolojik, morfolojik, kronolojik bahaneler meleklere sökmüyor. Kitap da belli, sorular da. Gerisi size kalmış…