TUZU KOKUTMADAN…
Önümüzdeki günlerde DİB başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu’nun yeni dönemdeki üyelerinin seçimi var. Diyanet İşleri Başkanlığı zaten toplumun belli kesimlerinde güvensiz bir kurum gibi telakki edilirken, bu tür haksız değerlendirmelere vesile olacak yeni adımlar atılmamalıdır.
Kimi yöneticiler liyakate kimi ise sadakate öncelik verirler. Allah’ın ve Rasûlü’nün fermanını umursamayanlar için önceliğin kime ait olacağı kendi tercihlerine kalmıştır. İster işi ehline teslim eder, isterse güvendiğine ve kendisine bağlı olduğunu düşündüğüne. Yetki de ondadır, mühür de, davul da ondadır, tokmak da. Kendi işgal ettiği makamın da Allah’ın emaneti olduğunun bilincinde olan kimseler ise Cenâb-ı Hakk’ın ve O’nun elçisinin ne buyurduklarına dikkat etmenin ötesinde gereğini de yapmakla mükelleftirler.
Pekiyi ne buyurur Cenab-ı Hakk: “Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder” (Nisâ, 58). Bir de Rasûl-i Ekrem’e kulak verelim: “Her kim, birini bir göreve getirir de halkı arasında o işe daha lâyık birileri bulunursa, o idareci Allah’a, Rasûlüne ve Müslümanların tamamına ihanet etmiş demektir” (Müstedrek, IV, 92; Nasbu’r-Râye, IV, 62).
Gerek Allah’ın kelamında, gerekse Rasûlünün beyanında konu açık ve nettir. Liyakate itibar etmemek ihanettir. Bu ideal olanın resmidir. Realitede durum böyle midir? Emir büyük yerden ise realitenin nasıl olduğunun ne önemi vardır. Herkes Allah ve Rasûlü’nün fermânına göre hizaya geçmek, denileni yapmak ve mutlak itaat etmek zorundadır. Fermân-ı İlâhî beşerî savrulmalara göre değişmez, İslâm değişmek için değil, değiştirmek için gelmiştir. Bunun böyle olduğunu da en iyi İslâm’ı öğretenler, öğretme sorumluluğunu üstlenenler ve İslâm dininin inançları, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmekle görevli olan Diyanet İşleri Başkanlığı bilir. Sadece bilmek değil, bildiği ve öğrettiği şekilde kendisinin de uygulaması erdemli davranışın gereğidir.
Bugünlerde Diyanet İşleri Başkanlığı’nın gündeminde görev süresi kısa zaman sonra bitecek olan Din İşleri Yüksek Kurulu’nun yeni dönemdeki üyelerinin seçimi var. 22/6/1965 tarih ve 633 sayılı yasanın 5. maddesine göre hazırlanan yönetmelikte Kurulun: “Kur’ân ve Sünneti esas alarak tarihî-ilmî birikim ve tecrübeden de yararlanmak suretiyle güncel talep ve ihtiyaçlar doğrultusunda dini konularda karar vermek, görüş bildirmek ve dinî soruları cevaplandırmak” vd. kuruluş amacı olarak düzenlenmiştir. Bu Kurul aynı zamanda Diyanet İşleri Başkanlığı’nın en yüksek karar ve danışma organıdır. Yönetmeliğe göre aranan şartları taşıyan kimseler bu kurula üye olabilmek için başvuruda bulunur. Adaylar arasından en çok oy alan 24 kişi seçilir. Pekiyi bunları kim seçer? Mevzuata göre bu seçimi kimlerin yapacağı bellidir. Sonra bu 24 kişiden 12 kişi ve Üniversitelerden mevzuat doğrultusunda seçilen 4 kişi ile toplam 16 kişilik kurul bakanlar kurulunun onayıyla atanmış olur.
Sürecin yasal ve olması gereken hali bu olmakla birlikte, Diyanet İşleri başkanlarının bazılarının bu listelerin ve seçilecek kimselerin belirlenmesinde müdahil olduğu, ihsası reyde bulundukları ve hatta seçimi kazanan adayların atanmasına engel olup, kendi tercih ettikleri kimselerin atanmasında aktif rol oynadıkları tevatür düzeyini yakalamış iddialar arasındadır. Hatta geçmişte bu tür haksızlık gibi telakki edilen olaylar kalıcı ve hatta kurumu yıpratacak boyutta husumetlere yol açmıştır. Hak ettiği halde listeye giremeyenler olduğu gibi hak etmediği halde üye olarak atananlar görülmüş ama bir şekilde ilahi adalet tecelli edip acı tecrübelerin yaşanmasına vesile olunmuştur. Amacımız bu tür haksızlıkların ve yolsuzlukların yaşanmasına engel olmaktır. Diyanet İşleri Başkanlığı zaten toplumun belli kesimlerinde güvensiz bir kurum gibi telakki edilirken, bu tür haksız değerlendirmelere vesile olacak yeni adımlar atılmamalıdır.
Dini bilenler, ulema toplumun ilacı, yemeğin tuzu gibidir. Yemek tuzla kıvama gelir ama tuzu kokutursak vesile olacağımız fesadın hesabını vermekte zorlanırız. Emaneti ehline teslim etmek, objektifliği kaybetmemek gerekir. Hatır, gönül dinlememeli, “bu danışmanımdı”, “şu metin yazarımdı”, “öteki onun hocasıydı”, “beriki fakültemden mesai arkadaşımdı”, “karşıma alacağıma yanıma alayım”, “dengeleri gözetmek gerek”, “falancayı kıramadım” gibi gerekçelerle yetkiler kötüye kullanılmamalı, makamların geçici olduğu unutulmamalı, koltuk değneği ile hastaneye gelen herkesin yürüyerek çıkmadığını, bazılarının sedyede çıktığını hatırda tutmalı, devletin hafıza kaybına uğramayacağı ama zaman zaman ölü taklidi yaptığı iyi bilinmelidir. Şairin dediği gibi;
Seyretti havâ üzre denir taht-ı Süleyman
Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde.
Kalın sağlıcakla...
Genel Yayın Yönetmeni